
bu akşam şehir tiyatroları'nın reşat nuri sahnesi'nde "değişim üçlemesi"nin üçüncüsü olan franz kafka'nın dönüşüm'ünü izledim (yönetmen turgut denizer'in yorumundan). ve rahatlıkla söyleyebilirim ki yaptıkları şeyde kafka'da bulduğum tadı hiç ama hiç alamadım. öncelikle oyuncu seçimlerindeki hatadan mıdır, yanlış rejiden midir bilemiyorum oyunda çiğ duran bir şeyler vardı. özellikle kafka'daki en önemli imge olan baba karakteri kesinlikle olması gerektiği gibi değildi; okurken tam bir otorite ve korku sembolü taşıyan baba oyunda fazla hafif kalmıştı bana göre. oyunda gregor'un yalnızlığı babası, annesi ve grete'nin toplu umursamazlığı ve sömürücülüğüne bağlanır gibiydi, yani korku sembolünün etkisi üçe bölünmüştü ancak baba kesinlikle (tıpkı kafkanın çocukluğunda yaşadığı gibi) gregor'u gölgesi altında ezen, duygusal olarak hırpalayan bir tip olmalıydı, seyirci olarak ben bunu hiç hissedemedim, anne ve grete ile aynı kefeye konulabilecek bir tip yaratılmış, daha etkili ve öne çıkan bir baba karakteri oluşturulmamıştı. eh, bu da babasına yazdığı mektuplarda (ah yavrum, şuracıkta olsa da sarılsam, yazıık) tamamiyle yaşadıklarının bütün dehşetini (ezilmişliğini, korkusunu, gölgede kalmışlığını) ortaya seren kafka'nın eseri için olabilecek en büyük eksiktir benim gözümde; çünkü bir sabah uyandığında hamamböceğine dönüşen gregor aslında kafka'nın kendisidir. tam bir otorite ve korku sembolü olan baba karakterinin bu özelliği sanki anne, grete ve baba arasında üleştirilmiş gibiydi. beğendiğim bir noktaya gelirsek gregor'un böceğe dönüştükten sonraki oyunculuğunun (bundan önceki kısımda hem işi hem ailesi hem de gönül ilişkisindeki bozulmuşluk ve sömürmeden dolayı ümitsizlik, çaresizlik, zayıflık, itilmişlik ve kötümserlik vermesi gereken bölüm çok başarılı olmasa da) çalışılmış olduğu belliydi. ancak kafka'nın dönüşümünde gregor'un bir sabah uyanıp böceğe dönüştüğü hikayenin açılış cümlesidir ve okuyucu olayları gregor'un bakış açısından dinler. oysa oyunda gregor dönüşümünden sonra hiç konuşmadı, bu da babası sopayla onu döverken annesi ve kız kardeşinden medet umduğu sahneleri basit bir eteklere yapışma hareketi ile havada bıraktı, oyuncu vücut olarak bir böceğe başarılı dönüşmüş olsa da böceğe dönüşen gregor'un duygularını seyirciye aksettiremedi fikrimce. yalnız öldükten sonra temizlikçi kadının kendisini süpürdüğü sahnenin de iyi olduğunu söylemek gerek.
(belki de en) başarılı bulduğum bir oyunculuk da patron rolünden geldi, kafka'nın iş ve aile etiğini sorgulamasının yanında aslında eleştirdiği konu olan sanayi devrimiyle birlikte gelen işçilerin sömürülmesi olgusunu epey iyi hissettirdi daha ilk sahnesinde çubuklar üzerinde yürürken. grete rolü kesinlikle çok zayıftı, artık acemilikten midir bilinmez ''bir an önce oynayayım da bitsin" duygusunda gibiydi oyuncu. ancak gözüme en garip gelen de temizlikçi kadın karakteriydi; kendisine "tam bir kakılmış ol" diye reji verilmişti sanki. bu karakterin kendisi de sistem yüzünden bir ezilen olduğu için gregor'a daha yakın olması olağandı fakat abartılmış bir anaçlık vardı üzerinde.
bunların dışında hikayenin umduğumdan daha kısa olması da bir eksiydi: gregor'un sırtından yaralandığı bölümün bana göre iyi aksettirilememesinden (müziğin nabzı yükseltmesi, ışık efektlerinin yarattığı karmaşa ve hatta slow-motion yapılmasına rağmen!) belki de gregor'dan beklenilen yaralanma performansını göremediğimden (ki kısa bir süre sonra da ölüyor) oyundaki tamamlanmamışlık duygum hat safhaya çıktı.
oyunla ilgili çiğ kalmışlık duygumu şimdi tekrar sorguladığımda şu kanıya vardım ki başrol oyuncusunun selama çıkmaması (herkes sırayla selam verirken kendisi sahnenin bir köşesinde kenara süpürülmüş yatıyor ve selamlar bittikten sonra iki kişi onu bir el arabasına kaldırıyor ve biri içeri götürüyor. tam "şimdi çıkacak selama" derken yine çıkmıyor.) oyunu eksik bırakıyor. zira hevesle kendisini alkışlamak için bekledim, hatta alkışlarımı ona biriktirdim ancak sahneye geri gelmedi. ellerim bomboş kalıverdim.
bu kadar eleştiriden sonra şunu da belirtmek isterim ki oyun bütün olarak, yani çok fazla beklentiye sahip olunmadığı taktirde genel olarak seyirci üzerinde yarattığı ''baskı" ile başarılıydı -çünkü dönüşüm eseri insanda en baskın bu duyguyu oluşturur (ama bunda o insanı geren müziklerin mi oyunculuğun mu payı var bilemedim). ve kesinlikle şu üzerlerinde yürüdükleri çubuklar çok ama çok iyi fikirdi.
sahi kuzum, o elmo oyuncağı ne alakaydı öyle :) şaka şaka, o da güzeldi bas bas "bakın ben ne değişik bir simgeyim hiç tiyatro oyununda gördünüz mü elmo, düşünün benim üzerimde!" diye bağırıyordu ancak bazıları bunu anlamamış olacak ki oyunun sonunda da elmo'ya gülenler oldu. bence elmo'yu başta ve sonda koymaları oyunun sonundaki gerginliğimizi ölçmek içindi. bir de şöyle düşünebiliriz tabi ki; salona ilk girdiğimizde elmo kahkahalar attıkça biz de fütursuzca güldük ona. ancak oyun sırasında belli oldu ki "gülenler" aslında bütün otoritelerdi ve gregor'un "gülmeye" hakkı yoktu ("çöpe!"), ve oyunun sonunda onun kahkahaları bizde bir burkulmuşluk yaratıyordu. çünkü gregor'ların beyinleri her gün hamam böceklerine dönüşürken, patronlara hiçbir şey olmuyordu ve onlar gülmeye devam ediyorlardı.
(yani belki alakasız olacak ama tıpkı seneca'nın medea'sındaki gibi: uzaktan gelen eğlence seslerine medea'nın sinirlenmesi gibi ben de oyunun sonunda elmo'ya sinirlendim biraz.)
işte böyle bir oyundu sevgili okuyucular. (müşkülpesent smiley)
len şu smiley olayını bari buraya taşımayın
YanıtlaSilhihi :D adsız yazsa bile kimin yazdığı anlaşılabilecek bu yorum için saol uğu :D (ehheh, yorum yapma özelliği de ekledik böylece hihi:D)
YanıtlaSil