kışları oldukça çetin geçen, bundan 70-80 yıl önce tam bir mahrumiyet bölgesi olan bir ilde bir kız çocuğu dünyaya gözlerini açar. üç tane kardeşi olur bu kızın. bunlardan aralarında pek yaş farkı olmayanlardan biri duyma engelli, diğeri zihinsel engellidir. sonraları bir erkek kardeşi daha olur.
annesi yediği dayaklara dayanamayıp bir gün boşanmak için kağnı ile şehrin yolunu tutmuşken baba annenin yolunu keser, onu yere atıp sürükleyerek yolundan çevirir ve kalın saplı bir beli (toprak aleti olan) kadının vücuduna indirir. annenin beli kırılır ve 3-4 gün içinde ölür.
çok vakit geçmeden gelen üvey anne küçük kızı tam bir uşak gibi kullanır -ki üvey anne de anne öl(dürül)meden önce baba tarafından bekar olduğu söylenerek kandırılmıştır ve kahramanımızla üç kardeşinin yaşadığı eve getirilmiştir bile. evin bütün işlerini yapmanın yanısıra zihinsel engelli kardeşinin geceleri ıslattığı yatağını içindeki yünlere kadar kışta kıyamette o temizlemek zorunda bırakılır. 1 yaşındaki erkek kardeşinin bakımıyla da o ilgilenmektedir. o zamanlar biberon denen kolaylık henüz yoktur ve bebeklere süt içirmek için bir adet keçi boynuzunun (ucu delik olacak) üstünden süt dökülerek, uç tarafı bebeğin ağzına dayanarak içmesi sağlanır. bir gün kardeşini böyle beslerken gün boyunca yaptığı bütün işlerin yorgunluğundan uyuyakalan kız, uyandığı vakit kardeşinin boynuzun sapı tarafından boğazı parçalanarak kan kaybından ölmüş olduğunu görür.
...
kendinden 4 yaş küçük biriyle evlendirilir. hayatı boyunca toplam 15(!) tane doğum yapar, bebeklerin kimi hayatta kalır kimi kalmaz. beklenen bir erkek evlattır ve erkek evlat gelmedikçe köydeki diğer kadınların bile alay konusu olur.
...
şimdi çocuklarından hiçbiri bu sene 85 yaşında olan kendisiyle oturmak, kendisine bakmak istememektedir -keza kendisi de oldukça aksi bir yaşlı kadın olmuştur. iki oğlundan birinin ilk eşinden olan oğluna bir süre o bakmıştır ve babaanne torundan, torun da babaanneden nefret etmiştir çünkü babaanne torunu sürekli döverek büyütmektedir. kendisini uyaranlara ise "bana kimse iyi davranmadı, ben niye iyi davranayım!" diye çemkirmektedir çakır mavi gözlerinde anlaşılmaz kıvılcımlar çıkarak. kimseyle anlaşamamaktadır. bir evde tek başına yaşamakta, başının çaresine bakmaktadır ancak dışarıda görülmesi gereken işleri pek görememektedir.
ve kendisi yıllardan beri tuttuğu bir defterde şiirler yazmaktadır. hem arapçayı hem de türkçeyi kendi kendine öğrendiğinden midir arasıra kız torunlarından birinden "gel gel, bir kontrol et bakalım, şunu şunu doğru yazmış mıyım" diye görüş istemektedir. yıllardır yazdığı içleri tam anlamıyla nefret dolu şiirleri hakkında...
birinci sınıfta okuduğum melissa isimli bir hikayedeki gibi (hatrladığımda kimin olduğunu yazacağım) sadece kendisinden beklenenleri duyguları pek gözlemlenemeden otomatik olarak yapan biridir hikayenin başında. yaşadığı psikolojik travmaları sonradan gani gani içinden çıkarması da hikayenin korkunç tarafı bence. hikaye dediğime bakmayın; gerçek bunlar. bir arkadaşımın anneannesinin hayatı bu; yani onun bir nevi özeti. ayrıntıları bilemiyorum.
yalnız bir de şiir yazıyor olması ona benim gözümde "benim ananem halk ozanı" diyip gülen arkadaşımınkine benzer şekilde anne bradstreet'imsi bir hal aldırıyor. kim bilir belki de bir gün o defteri alınıp okunur ve belki de edebi değeri tespit edilip üniversitelerde araştırma konusu bile olur. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kelam