geçen ay marley'in yaptığı tespit aldı başını yürüdü ve bende diğer insanların dikkatini çeken bir saplantı halini aldı sevgili okuyucu. ne demişti derseniz:
"takım elbise giymiş ve elinde kagıt kalem dolaşan trt kadınları gibisin." demişti kendisi.
diksiyon dersinden sonra -tiyatrodaki şu 1.etap da sona erince artık kendimi bu konuda etkin saydığımdan mıdır nedir- garip bir dünyayı değiştirme telaşına girdim yine. arasıra olur bu bana; yeni bir şey öğrendiğimde en ilgisiz insanla bile onu paylaşmam, paylaştıkça sevinmem, başka insanlara bir şeyler katabilme duygumun mutluluğu hep bundandır. yani ''bak ben bir şey öğrendim, şu konu şöyleymiş biliyor musun'' demeyi seviyorum, çünkü kendim de insanlardan yeni şeyler öğrenmeyi çok seviyorum.
....
hmm, aklıma gelen şeye de bak: ben ilköğretimdeyken "güzel konuşma ve yazma" derslerimiz vardı sanki; bol bol elyazısıyla özlü sözler yazardık mürekkebe bandığımız o renkli saplı uçları kullanarak. hani bunların numaraları da olurdu sanki, incesi kalını vardı. benimkinin sapı sarıydı diye hatırlıyorum, ince uçlu tercih ederdim -ama en incelerinden değil-. o dersin olduğu gün eve mutlaka parmaklarımda mürekkep lekeleriyle dönerdim. bunu çok mutlu bir şekilde anımsıyorum, niye bilmiyorum bir iş yaptıktan sonra o işten üzerimde bir şeyler kalmasını seviyorum, ağlarken üzerimdeki kıyafetin kol, bacak ve bel kısmına burnumu ve gözlerimi doyasıya silmek dahil (ıyyy:). bir işle uğraşıyorsam onun içine girmeyi seviyorum işte böyle. izleri seviyorum. mesela benlerimi ya da sol gözümle kaşım arasındaki gözümün kenarında duran bebeklikten kalma şimdi minicik kalmış o düşme izimi. hmm, ama dizlerimdeki kocaman kocaman izleri o kadar da sevmiyorum tamam:) 7-8yaşımdan beri orada duruyorlar; öyle çok düşerdim ki ben hatırlamıyorum bile çoğunu izlerin nedeninin. ama en belirgin olanı hatırlıyorum; bursa'daydım. komşunun oğlu -sonradan ilkokula başlayınca zeka yaşının 2yaş küçük olduğu anlaşılacak olan- ismail'in şeyini çıkarıp bütün mahallenin çocuklarını önüne katarak bizi kovaladığını ve ondan kaçarken kötü bir şekilde düştüğümü hatırlıyorum. kıpkırmızı kalmıştı orası günlerce nasıl ezilerek sıyrıldıysa. tamam, ne kadar çirkin olsa da o da benim izim. -ben hatalarımı çok sahipleniyorum; bunun izlerle ve kusurlarla bir alakası olabilir.
o'nun da en çok kusurlarını sevdikçe ona bir nebze olsun öğretebildim sanıyorum kendiyle barışık olmayı. sevmediği yerlerini saklar olmaması bunun en güzel yanı.. =) ama keşke duygularını daha açık anlatabilmeyi de öğretebilseydim... hiçbir iletişim sorunun olmadığı güllük gülüstanlık bir birliktelik.
rüyalarda buluşuruz.
-sahi, şu güzel konuşma ve yazma derslerinde niye biz hep atasözleri yazardık güzel yazı defterlerimize? sınıfın çoğunun yazısı çok kötüydü zaten. hem günlük hayatta ne kadar yazarak anlaşıyoruz ki? keşke birazcık olsun konuşmayı -konuşmayı da değil, iletişim kurabilme becerisini- öğretselermiş bize...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
kelam